
Kennedy suikastiyle ilgili CIA, Castro, Johnson, KGB, silah tüccarları, FBI ve mafya hipotezleriyle kafalar karıştırıldı.
Oysa ABD’nin Siyonistlere karşı çıkan tek Başkanı John Fitzgerald Kennedy’di. Kennedy ayrıca İsrail Başbakanı Ben Gurion’a, İsrail’de yapılmakta olan Dimona Nükleer Santrali’ne, İsrail’in Ortadoğu politikasına, Siyonist silah tüccarlarına, mason danışmanlarına, Amerika’daki Yahudi lobisine, lobinin en güçlü ismi Rockefeller’a ve masonik örgütlere de karşıydı. Peki ama İsrail’in çıkarlarına ters düşen Kennedy’yi kim öldürdü? Olayların arka planına baktığımızda sorunun cevabı çok net bir şekilde görülüyor.
Kennedy’nin 1963 yılında Texas’ta öldürülmesinin ardından kurulan ve Warren Komisyonu olarak bilinen Senato Özel Soruşturma Komisyonu, cinayeti tek başına hareket eden Lee Harvey Oswald’ın işlediği sonucuna varmıştı. Ancak hem cinayetin sorumlusu olarak gösterilen Oswald’ın hem de henüz mahkeme önüne çıkmadan onu öldüren Jack Ruby’nin ve olaya adı karışan bazı kişilerin kuşkulu biçimde öldürülmeleri, öte yandan soruşturmanın yürütülmesindeki bazı kuşkulu noktalar, ABD kamuoyunda birçok spekülasyona yol açmıştı. Olayla ilgili olarak toplanan binlerce sayfalık belgenin bugüne dek gizli tutulması da ortaya birçok komplo teorisinin atılmasına neden oldu:
“CIA, Oswald ve Oswald’ı öldüren Jack Ruby arasındaki ilişkileri araştıran Nelson Rockefeller’ın Başkanlık ettiği bir komisyonun kayıtlarının açıklanması isteniyor.” (Milliyet, 14 Ağustos 1992)
Kennedy’nin devre dışı bırakılışının ardında bazı sorular zihinlerde kalmıştı: Cinayeti gören 47 şahit, kaza veya hastalık sebebiyle (!) ya da intihar ederek (!) öldü. FBI’ya göre Oswald cinayeti tek başına işlemişti. Tek silah kullanılmıştı. ABD gizli servisi olaya karışmamıştı. Olay basit bir bireysel terör hareketi olarak gösterilmek isteniyordu.
Olayı sözde araştırmak amacıyla iki komisyon kuruldu. 1964 ve 1975’de kurulan Warren ve Rockefeller komisyonlarında aynı sonuçlara ulaşıldı. Komisyonların raporlarına göre Ruby aşırı milliyetçiydi ve katil olarak tanıtılan Oswald’ı da Başkanını öldüren kişiden intikam almak amacıyla öldürmüştü. Oysa, Oswald ve Ruby’nin beraber hareket ettikleri ortaya çıktı.
Olayı gören birçok şahit Warren Komisyonu’nca dinlenmiyor, dinlenenlerin ifadeleri de değiştiriliyordu. Daha sonra, mason senatör Frank Church’ün Başkanlığını yaptığı Church Komisyonu’nun hazırladığı raporda da hiçbir sonuca ulaşılamaması bu suikastin arkasındaki güçlerle ilgili önemli ipuçları veriyordu.
Ortada, bir komplo düzenlenmiş olduğunu açıkça gösteren bazı gerçekler vardı. Dikkati dağıtmak için, Kennedy’yi mafyanın öldürdüğü söyleniyordu. Acaba mafya tören güzergahını değiştirebilir miydi? Başkanın korumalarını kaldırabilir miydi? FBI’yı, Dallas polisini, Warren Komisyonu’nu yönlendirebilir miydi? Otopsiye müdahele edip, medyaya yalan haber yazdırabilir miydi? Kennedy 3 ayrı yerden gelen kurşunlarla vurulmuştu. Bu, otopside kanıtlanmış, ama üstü örtülmüştü. Bazı polisler buna şahitti.
Olayla ilgili ipuçları: Kennedy’nin yanında vurulan Texas Valisi Conoly’nin kanlı üniforması temizleyiciye, Kennedy’nin limuzin arabası yıkamaya gönderiliyor. Başkanın beyninin ise kaybolduğu söyleniyordu!
Oswald’ın 2 kurşunundan 8 yara izi çıktığı söyleniyordu. Fakat otopsi gereğince yapılmıyor, askeri doktorlar tarafından örtbas ediliyordu. Ordudaki general ve amiraller otopsiyi yönetiyorlardı.
Birçok kaynak Oswald’ın Amerikan gizli servisi CIA’e kayıtlı olduğunu yazdı. Oswald bu tip bir iş için çok daha önceleri “hazırlanmış” bir kişiydi. CIA, suikastten çok daha önceleri Oswald’ı Rusya’ya göndermişti. Oswald Rusya’da kendini bir vatan haini olarak gösteriyordu, ama aslında CIA, onun oradaki durumunu en ince ayrıntısına kadar yönetiyordu. Daha sonra Rusya’dan ayrıldı. Küba’da bir delegasyonla görüştü. Bu arada CIA, hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu. Oswald, ardından İsviçre’de bir üniversiteye yazıldı. Buradan İngiltere’ye gitti. Sonra Sovyet vatandaşı oldu. 2 yıl sonra Henry Kissinger’in ileride ortağı olacak olan B. Classon, Oswald’ın ABD’ye dönüşünü ayarladı. FBI ve CIA tüm bu gelişmeleri denetliyordu. Oswald, 62’de Pentagon’da çalışmaya başladı. 63’de FBI aniden Oswald’ın KGB ajanı olduğu söylentilerini yaydı, bu konuyla ilgili Oswald’a ait sahte belgeler ortaya çıkarıldı. Böylece Kennedy suikasti öncesi, Oswald’ı bir KGB ajanı gibi gösteren senaryo düzenlenmiş oldu. Kennedy suikastinden 1-2 gün önce Oswald Küba’yı savunan anti-Amerikan yazılar yazdı ve Dallas’da polislerin eline tehdit mektupları verdi. Ve bunu nedense CIA, FBI ve Deniz Kuvvetleri haberalma binalarının bulunduğu bir meydanın ortasında yaptı! Bu senaryo, aslında olayın içine Küba ve KGB gibi değişik alternatifler sokmak için yapılmıştı. Kennedy’nin ölümünden sonra ise Oswald’ın CIA ajanlığıyla ilgili tüm belgeler yok edildi.
Olayı ısrarla KGB’nin üzerine atanların başında ise CIA’in Mossad’la bağlantılarını gerçekleştiren eski CIA şefi James Jesus Angleton vardı:”Angleton, Oswald’ın KGB ajanı olduğu tezinin ünlü savunucularından. Oysa Angleton Oswald gibi CIA ajanları hakkında en çok bilgiye sahip kişi.” (US News and World Report, 17 Ağustos 1992)
Dikkati dağıtıp, mafya-Küba teorileri ortaya çıkarmak için mafya-Küba bağlantılı birçok CIA ajanı olayla ilgiliymiş gibi gösterilerek, dikkat başka yönlere çekiliyordu. Bu bir aldatmacaydı. Ayrıca, mafya da zaten Mossad’ın bir uzantısından başka bir şey değildi:
“ABD mafyasının başı Yahudi mafya babası Meyer Lansky, zaten Mossad’la doğrudan bağlantılı çalışıyor. Mossad’ın bilgisi dışında eylem yapması mümkün değil. Meyer Lansky, CIA ile de ortak çalışıyor.” (Israel Connection, La Mafia En Israel, Jacques Derogy, sf.71)
Fakat olayın çok değişik boyutları vardı. Kennedy ölümünden önce, CIA Başkanı mason Allen Dulles’ı görevinden almaya karar vermişti.Oswald ve onu öldüren Ruby’nin Dallas’taki polis otoriteleriyle ve FBI’la yakın ilişkileri vardı. FBI Ruby’i birçok görevde kullanmıştı.
“Ruby konuşmasını engellemek için hapiste kendisine kanser yapıcı ilaçlar verdiğini söyler ve esrarengiz bir şekilde kanserden ölür.” (People’s Almanac 3, David Wallechinsky, Irving Wallace, sf.15)
Olayla ilgilenen polis M. Tippit, olaydan kısa bir süre sonra elinde Oswald’ın resmini taşıyordu! Daha sonra öldürüldü. Dallas’da bilinmeyen bir nedenle askeri koruma görevlileri görevlendirilmedi. Oswald askeriye tarafından 12 saat soruşturuldu. Sonuç açıklanmadı.
“Kennedy suikastini soruşturan Warren Komisyonu Oswald’ın suikasti tek başına işlediği sonucunu çıkardı, fakat Amerikan halkının sadece yüzde 10’u buna inandı.” (US News and World Report, 17 Ağustos 1992)
Suikasti Örtbas Eden “Loca”: Warren Komisyonu
Kennedy suikastini çözmek için görevlendirilen Warren Komisyonu’ndaki kişilere bakıldığında, bu kişilerin Kennedy’nin ölüm emrini bizzat vermiş kişiler olduğunu görmek zor değildi. İşte Warren Komisyonu’nun biraderleri:
Earl Warren, 33 Dereceli büyük üstad mason, Komisyon Başkanı, Allen Dulles, CIA’in kurucusu, Kennedy’nin görevden almayı düşündüğü mason, CFR, Bilderberg üyesi, mafya bağlantılı CIA şefi. Allen Dules İsrail’in Mossad’ı ile ortak operasyonlar yapıyordu. Gerald Ford, mason, aynı zamanda Bilderberg üyesi. Ford, Malta locası no 405’e kayıtlıydı. 1963’de 33. dereceye yükseldi. John Mc Cloy, mason, CFR, Bilderberg üyesi. Hale Boggs, CFR üyesi; Richard Russell, mason.” “John Sherman Cooper, Rotaryen.”
Suikast hakkında komisyonca üretilen teoriler, komisyonun CIA-FBI ve Johnson’a bağlılığıyla ilgili sorular ortaya çıkardı. Çünkü komisyon KGB teorisini ısrarla gündemde tuttu. Resmi KGB masalı, medya tarafından da körüklenince, JFK dosyaları açılmadan kapatıldı. FBI şefi mason Edgar Hoover ve Kennedy’nin yerine Başkan olan Lyndon Johnson kimin emrindeydi? Kennedy’nin karşı çıktığı Vietnam Savaşı’ndan kimin çıkarı olabilirdi? Bu sorular bizi Mossad hipotezine biraz daha yaklaştırıyor. Johnson İsrail’in gelmiş geçmiş en iyi dostu oldu. Hoover, Mossad’ın ABD’deki tüm eylemlerini örtbas eden bir “dost”uydu. Vietnam, Arap-İsrail sorunlarına ABD’nin tarafsız yaklaşmasını engelleyen önemli bir faktör oldu. Yahudi silah tüccarları Vietnam’dan önemli karlar elde ederken İsrail, Vietnam krizinden istifade ederek Kennedy’nin karşı çıktığı Diamona’daki nükleer santralin inşasına büyük bir hız verdi.
Suikastte birçok perde aralanmış olmasına rağmen, günümüzde bile Yahudi lobileri kontrolündeki medya kamuoyunu aldatmaktadır. Kennedy belgeselleri, JFK filmi gibi birçok program aracılığıyla olay genelde mafya-Küba-KGB ağırlıklı, bazen de Mossad’dan bağımsız bir CIA-FBI komplosu gibi gösteriliyor. Jack Ruby ve Oswald, her ikisi de FBI ajanı olarak çalışmıştı. Kennedy Hoover’ı FBI şefliğinden almayı planlıyordu. Suikast günü Hoover özel bir iş için (!) Dallas’taydı. 1977 yılında olay hakkında bilgisi olan 10 FBI ajanı garip ve açıklanmayan koşullarda öldü.
Suikaste Göz Yuman Mason FBI Şefi Edgar Hoover
Kennedy’nin ölümünden önce görevden almayı düşündüğü Hoover, Mossad’ın ABD’deki tüm eylemlerine göz yuman bir “dost”uydu. İşte bu eylemlerden birkaçı:
“Carl Duckett, 1976 Martı’nda mesleğine mal olacak bir hata yaptı; İsrail’in nükleer silahları hakkında açıkça konuştu. Ancak sarhoş birinin, İsrail nükleer silahlarından uluorta söz edecek kadar ihtiyatsız olabileceği ima edildi. Daha sonra Duckett’ın, o anki CIA Başkanı George Bush tarafından istifaya zorlanarak istifası sağlandı.” (The Sampson’s Option, Seymour M. Hersh, sf.320-321)
“Edgar Hoover (1895-1992). Amerikan masonluk tarihinin en önemli insanı. 1924’den ölümüne kadar FBI’yı yönetti. Onun mason oluşu, mason başkanlar için bir garanti olmuştur. 48 yıllık başkanlığı da bu şekilde daha iyi anlaşılır.” (Mais qui Gouverne L’Amerique, Georges Virebeau, sf. 31)
Suikasti Mossad mı Düzenledi?
1992 Mart tarihli Washington Report on Middle East Affairs dergisinde, eski senato üyesi Paul Findley, Kennedy suikasti ile ilgili şunları söylemekteydi:
“Kimin Kennedy’i saf dışı etmek için kuvvetli bir nedeni olabilirdi? İlginç fakat şaşırtmayan bir gerçek de Kennedy suikasti ile ilgili yazılan hiçbir raporda Mossad’dan kesinlikle bahsedilmemesidir. Oysa olaydaki Mossad rolü çok açıktır. İsrail liderleri Kennedylere hiçbir zaman güvenmemişlerdir. Başkan Kennedy’nin babası İngiltere’ye başkonsolos olduğu zaman İsrail aleyhtarı faaliyetleriyle tanınıyordu. John Kennedy’nin Başkanlık kampanyası sırasında bir grup New York Yahudisi, Kennedy’nin Ortadoğu politikasını kendi çıkarları çevresinde oluşturmasına karşılık, onun kampanya giderlerini karşılayacaklarını vaat etmişlerdi. Fakat, tabii ki Kennedy kabul etmemişti. Diğer yandan Kennedy’nin yerine Başkan olan Lyndon Johnson politik kariyeri boyunca İsrail’e destek olup yardım etti. Tabii ki İsrail hükümeti de Johnson Başkan olursa herşeyin lehlerine dönüşeceğini bilmekteydi ve gerçekten de öyle oldu. Kennedy’nin ölümünden sonra ABD ilk defa İsrail’e çok geniş çapta silah göndermeye başladı. 1967 Haziran savaşı sırasında Johnson el altından İsrail’e hem malzeme hem de personel yardımında bulundu. Gerçekten de Mossad’ı suikaste götürecek her türlü neden vardı. Ve İsrail hükümeti de kendi amaçları için ABD’li hayatları kurban etmeye can atıyordu.” (The Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1992)
Emekli ABD Dış İlişkiler Servis yetkilisi ve şu anda Washington Report On Middle East Affairs’in editörü olan Richard Curtis de suikastteki Mossad parmağını şu şekilde belirtmekteydi:
“O zamanda ve şu anda geniş çapta inanılan, Mossad’ın suikastte parmağı olduğuydu. Sebep de Kennedy hükümetinin gereğinden fazla Ortadoğu politikasına el atmasıydı. Kennedy, Cezayir’in Fransızlardan bağımsızlığını kazanması gerektiğini savunan ilk ABD senatörüydü.” (The Washington Report On Middle East Affairs, Mart 1992)
Kennedy suikasti İsrail-ABD ilişkilerinin en bozuk olduğu dönemde gerçekleşti. İsrail bu suçun Kennedy’e ait olduğunu düşünüyordu.”John Kennedy suikasti 1962’de Golda Meir’le yaptığı görüşme sırasında Amerikan-İsrail ilişkilerinin bozulduğu bir dönemde gerçekleşti. 1963 yılında ABD ile İsrail arasındaki ayrılma noktası, Amerika’nın Filistinli göçmenler sorununu ele alan BM asamblesinde temsilci olmasıydı. İsrail her Arap ülkesiyle, BM’in karışması olmadan, tek tek anlaşmayı tercih etmekteydi. Çünkü ancak İsrail doğrudan uzlaşma görüşmelerinde güç kullanabilirdi, karşısındaki Arap ülkesi kullanamazdı.” (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf.185)
İsrail Kennedy’nin kabul etmediği Arap ülkeleriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapma stratejisini bugün uygulayarak barışı engellemekte ve kendi isteği doğrultusunda kararların alınmasını bu sayede rahatlıkla sağlamaktadır.
“Kennedy suikasti, İsrail basınının ‘ABD’nin BM genel asamblesinde göçmen sorunu için aldığı görevi protesto kampanyası’ yaptığı sırada gerçekleşti. Gazetelerde editör köşeleri ve makaleler hemen yeni Başkan Johnson’a övgüler yağdırmaya başladı. İsrail basını Johnson’ın Başkanlığı için oldukça heyecanlanmıştı. İsrail İşçi Federasyonu aylık yayını Omer, yeni Amerikan hükümeti sayesinde daha geniş ve derin ilişkileri beklediklerini belirtmişti. Pek çok İsrailli gazete, Başkan Johnson’ın Amerika’daki İsrail sempatizanlarına karşı önceki Başkanlardan daha fazla cevap verici olacağını savunuyordu. Özellikle yaklaşan 1964 seçimlerinde Herut ve Haboker (en büyük iki İsrail gazetesi) bu sempatizanları hareketlendirmek için çağrılarda bulunuyordu.” (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 185)
Başka bir büyük İsrail gazetesi olan Yediot Ahoronot şöyle yorum yapmıştı:
“Lyndon Johnson’ın göreve başlamasıyla, eğer Amerika’nın bizim hayati çıkarlarımıza engel olduğunu hissedersek, Başkana doğrudan daha kolay ulaşacağımıza dair hiç şüphe yoktur.” (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 186)
“Johnson Hükümeti’nin ilk 3 yılında, Amerika’nın İsrail için olan desteği hem nitelik hem de miktar bakımından oldukça gelişti. ABD, Kennedy hükümeti zamanında 40 milyon dolar yardım yapmıştı. 1965’te miktar 71 milyona, 1966’da ise 130 milyona çıktı.” (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 187)
Bütün bu gerçekler İsrail’in Ortadoğu’daki politikalarına ters düşen Kennedy’nin nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğünü açıkça gösteriyor. Ardından başkan olan Johnson’ın tamamen İsrail’i destekleyen politikası da olaylardan nasıl ders aldığını gösteriyor.
http://www.gumushane.gen.tr/forum/index.php?act=ST&f=21&t=2194
Kennedy suikasti ve derin devlet Amerika
Amerika’nın kendi içindeki hesaplaşmasını, temiz, açık, dürüst, Amerikan devleti imgesini ortadan kaldıran olaylardan sadece biri.
Dış politka, kültür ve tarih dergisi “Araştırma” tarafından Kennedy süikasti ile ilgili yayınlanan metne göre;
“Akmakta olan bir nehrin akış yönü değiştirilmemişse, bunun sorumlusunu bulmak için nehrin yeni suladığı tarlanın sahibine bakmak yeterli olacaktır. Kennedy suikastinde ise sulanan tarla, tek bir adresi gösteriyor: İsrail’i…
Kennedy suikasti konusunda onlarca farklı senaryo ortaya atıldı. Biz burada birçok Amerikan aydının ortaya koyduğu, fakat mümkün olduğu kadar “hasır-altı” edilmeye çalışılan bir başka alternatif senaryodan daha söz etmek istiyoruz.
Bunu dikkate alırken üzerinde durduğumuz temel bir kriterimiz var; Akmakta olan bir nehrin akış yönü değiştirilmişse, bunun sorumlusunu bulmak için nehrin yeni suladığı tarlanın sahibine bakmanın yeterli olacağıdır.
Kennedy suikastinin başlangıcı aslında Eisenhower dönemine kadar uzanmaktadır. İki dönem üst üste başkan seçilen Eisenhower’ın yönetimi, izlediği politikalar dolayısıyla Yahudi lobisini çok öfkelendirmişti. Yahudi lobisi bir daha böyle bir yönetim görmek istemiyordu. Bu nedenle daha organize çalışmaya karar verdiler. Baskıyı artıracaklardı. Bu kararın en önemli uygulaması, Aipac‘in kurulması oldu. lobi, yeni eisenhower’lara izin vermeyecekti.
Bunun için ilk uygulamaya karar verdikleri yöntem, başkan olacak kişiyle henüz seçilmeden önce bağlantı kurmaktı. Başkan adaylarıyla konuşacak ve “Eğer seçildiğinizde İsrail’e destek olmaya söz verirseniz, kampanyanıza büyük yardımlar yapabiliriz” diyeceklerdi. Bunun ilk denemesini John f Kennedy‘e yaptılar. Eisenhower’ın görev süresi 1960′da bitiyordu ve yapılacak seçimlerin en güçlü ismi de Demokrat Parti’nin adayı Kennedy idi. Lobi, işi sağlama almaya karar verdi ve seçim kampanyası sırasında Kennedy ile temas kurdu. Yahudi lobisinin etkisinin sanılandan daha çok olduğunu anlatan kitapların en önemlilerinden biri olan “They dare to speak out (Konuşmaya cesaret ettiler)” kitabının yazarı Paul Findley, olayı aynı kitabında şöyle anlatıyor:
“(Seçimden bir süre önce) Kennedy, New York’un önde gelen Yahudilerinden birinin evindeki yemeğe katılmıştı. Ancak o akşam duyduğu bazı sözler canını fena halde sıkmıştı. Kennedy o akşamı yakın dostu gazeteci Charles Bartlett’e anlatırken, ‘İnanılması zor bir deneyimdi’ demişti. Anlattığına göre, o gece yemeğe katılanlardan biri -Kennedy adamın adını vermemişti- Kennedy’e, ‘Kampanyanız sırasında bazı ekonomik güçlüklerle karşılaştığınızı biliyoruz’ demişti. Ve şöyle eklemişti: ‘Ancak eğer önümüzdeki dört yıl boyunca Ortadoğu ile ilgili politikalarınıza yön verme şansı tanırsanız, kampanyanız için size çok etkili bir biçimde yardımcı olabiliriz’. Bu, Kennedy’nin hiç alışık olmadığı bir öneriydi“
Evet, Kennedy bu tür kirli pazarlıklara alışık değildi ve bu yüzden de lobinin teklifini geri çevirmişti. Avukatı Bartlett’e “Bir başkan adayından çok, bir yurttaş olarak tepki gösterdim, kendimi hakarete uğramış gibi hissettim” demişti. Kennedy ayrıca eğer başkan seçilirse, başkan adaylarının seçim kampanyası için hazineden gelen para dışında para kullanmalarını, yani lobiden rüşvet almalarını yasaklayacağını da eklemişti. Genç adam, kendi elleriyle kendi sonunu hazırlıyordu…
Kennedy’nin İsrail’le kavgası
Sonuçta Kennedy lobinin desteği olmadan da başkan seçildi. Lobi Kennedy’e sıcak bakmıyordu. Başkan, Amerikan tarihindeki ilk katolik başkandı; Ayrıca eski bir büyükelçi olan babası Joseph Kennedy de zamanında lobi tarafından boy hedefi haline getirilmişti. Kennedy de lobiye ve İsrail’e pek sıcak bakmıyordu; Başkanlık öncesinde aldığı “Ahlaksız teklif” onu lobiden bir hayli soğutmuştu. İlerleyen aylarda başkan, İsrail yönetimiyle büyük bir çatışmaya girdi. Çatışma, İsrail’in nükleer programı nedeniyle patlak vermişti. İsrail başbakanı David Ben Gurion, hummalı bir nükleer silah üretme programı izliyordu; Kennedy ise nükleer silahlanmayı durdurma programı çerçevesinde Yahudi devleti’ni bu işten vazgeçmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Kennedy, elinden geldiğince Yahudi devleti’nin Dimona reaktöründeki gizli nükleer çalışmalarını engellemeye çalışmıştı. Ben Gurion’un yazdığı mektuplarda kendisinden “genç adam” diye söz etmesi ve daha üst bir konumdaymış gibi bir üslup kullanması yüzünden de çileden çıkıyordu. Bu arada Kennedy’nin Araplara yönelik olumlu bakış açısı da, onu İsrail ve lobi gözünde tam anlamıyla boy hedefi haline getirmişti. Kennedy’nin Ortadoğu’da adil bir politika uygulamaya niyetlendiği, daha senatör olduğu sıralarda Fransa’ya karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayir’i desteklemesiyle ortaya çıkmıştı. Cezayir bağımsızlığına karşın Fransa’ya büyük askeri destek veren israil, JFK’nın “tehlikeli” biri olduğunu daha o zaman sezmişti. Genç başkan, Beyaz Saray’a oturduktan sonra da Arap ülkeleriyle, özellikle de Mısır’la olumlu ilişkiler kurmaya çalışmıştı.
Kısacası, Amerika ve İsrail’deki Yahudi liderler, ikinci bir Eisenhower vakası ile karşı karşıya kalmışlardı. Ancak bu kez oturup Kennedy’nin seçim kaybetmesini bekleyecek kadar sabırlı değillerdi. Kennedy halktan çok büyük destek alıyordu ve bir sonraki seçimleri kazanacağı da kesin görünüyordu. İsrail ve lobi, bir beş yıl daha bekleyemezdi.
Peki ne yapmalıydılar? Kennedy’i ikna etmenin yolu yok gibi gözüküyordu; Bunu zaten seçimden kısa bir süre önce denemiş ve ters tepkiyle karşılaşmışlardı. Bu durumda Kennedy’nin yerine geçebilecek muhtemel başkanlar üzerinde düşünmek gerekiyordu. Kennedy’nin Cumhuriyetçi Parti’den rakibi olan Richard Nixon da onlar için pek olumlu gözükmüyordu. Seçimlerde Nixon’a büyük bir destek verip Kennedy’nin kaybetmesini sağlasalar bile, yine de ellerine bir şey geçmeyecekti. Ancak bir başka isim, onlar için çok uygun olduğu sinyalini veriyordu. Bu, Kennedy’nin yardımcısı Lyndon b Johnson‘dı. Son dönemlerde özellikle dış politika konularında Kennedy’le çokça tartışan ve başkanla arası oldukça açık olan Johnson, lobi açısından “ideal başkan” prototipi çiziyordu. Politik kariyeri boyunca İsrail’e desteğini sık sık vurgulamış ve başkan yardımcılığı yaptığı dönem boyunca da Yahudi devletine olan sempatisini açığa vurmuştu.
Eğer İsrail ve lobi, bir yolunu bulur da Kennedy’nin yerine Johnson’ı başkan yaparlarsa, oldukça büyük bir iş başarmış olacaklardı. Ama bu normalde mümkün değildi; Böyle bir koltuk değişimi olması için başkanın ya istifa etmesi ya da ölmesi gerekiyordu. Başkanın istifa etmeye de niyeti yoktu elbette…
İşte Kennedy suikasti tam bu sırada gerçekleşti.
Kennedy suikastinde ’son hüküm’: Başkan’ı Mossad öldürdü!
Paul Findley, Kennedy suikasti hakkında üretilen komplo teorileri arasında İsrail’in adının hiç geçmediğinden bahseder. Oysa Yahudi devleti Kennedy’i ortadan kaldırmayı istemek için çok fazla gerekçeye sahiptir. Ayrıca Findley’in dediği gibi, Kennedy suikasti ile ilgili olarak sanık sandalyesine oturtulan Küba lideri Castro, mafya ya da fanatik anti-komünistler gibi bu işi becerecek güç ve yeteneğe sahip değildir (Oliver Stone‘nun JFK adlı filminde ortaya konduğu gibi, Kennedy suikasti son derece planlı ve sofistike bir eylemdir ve devlet içinden odakların işin içine karıştığı kesindir). Findley, Mossad’ın Kennedy’i ortadan kaldırmayı isteyecek nedenlere ve bu işi yapabilecek güç ve yeteneğe kesin olarak sahip olduğunu hatırlatır. Bu gerçeğe rağmen sanıklar listesinde Mossad ve İsrail isimlerinin hiç geçirilmemesi, kuşkuları daha da artırmaktadır.
Kennedy suikastinde Mossad’ın rolü ile ilgili en detaylı çalışma ise Amerikalı araştırmacı Michael Collins Piper‘ın 1993 yılında yayınladığı Final Judgement (Son Hüküm) adlı kitapta ortaya kondu. Piper, 335 sayfa ve 600 dipnottan oluşan kitabında Kennedy suikasti ile ilgili “son hükmü” veriyordu: Suikast bir Mossad ürünüdür!…
Piper, öncelikle Kennedy ile İsrail yönetimi arasındaki çatışmanın detaylarını inceliyordu. Bu çatışma o kadar keskindi ki, İsrail başbakanı Ben Gurion, Nisan 1963′te Kennedy’nin varlığının İsrail’i tehdit ettiğini öne sürerek istifa etmişti.
Suikastin ayrıntılarında çok sayıda Mossad bağlantısı vardı. Piper, New Orleans savcısı Jim Garrison tarafından suikast ile ilgili olarak soruşturmaya uğrayan Clay Shaw‘a dikkat çekiyordu. Çünkü delil yetersizliği ile davadan beraat eden, ancak suikastle ilgisi olduğu aşikar olan Shaw, Mossad’ın paravan şirketi olarak işlev gören bir firmanın yönetim kuruluşunda çalışıyordu (Piper’a göre, yönetmen Oliver Stone, JFK filminde Clay Shaw’un bu Mossad bağlantısını atlamıştır, çünkü Stone’un en büyük finansörü, Arnon Milchan adlı İsrailli bir silah tüccarıdır).
Piper’ın kitabında konuyla ilgili önemli bilgiler aktaran eski bir Fransız istihbaratçı vardır. Bu kişi, Mossad’ın suikastçilerle bağlantı kurarken, Fransız istihbaratındaki bir ajandan yararlandığını söyler. Mossad’la suikastçiler arasında aracılık yapan bu Fransız ajan, Cezayir yanlısı tutumundan dolayı Kennedy’den nefret etmektedir.
Piper, suikastteki Mossad bağlantısının hasıraltı edilmesine de değinir. Belli kişiler, suçu mümkün olduğunca uzak adreslere atmaya çalışmışlardır. Suikasti inceleyen Warren Komisyonu‘na, sorumlunun KGB olduğu konusunda en çok telkinde bulunan kişi, CIA eski şefi James J Angleton’dır. Angleton’ın en önemli özelliği ise İsrail ve Mossad’a olan ünlü yakınlığıdır; CIA şefi olduğu dönemde “Mossad’ın manevi babası” ünvanını kazanmıştır.
Suikasttaki “İsrail hipotezi”ni güçlendiren bir başka nokta, Kennedy’nin ardından başkan olan Johnson’ın İsrail’e olan büyük yakınlığıdır. O tarihe kadar görev yapan Amerikan başkanları içinde “en İsrail yanlısı” sayılan Johnson, ilk kez Yahudi devletine büyük miktarlarda silah yardımı yapmış, 1967 savaşı sırasında İsrail’e gizli yollardan askeri araç ve deneyimli personel göndermişti. Paul Findley, Johnson hakkında şunları söylüyor:
“İsrail hükümeti johnson başkan olursa herşeyin lehlerine dönüşeceğini bilmekteydi ve gerçekten de öyle oldu. kennedy’nin ölümünden sonra abd ilk defa israil’e çok geniş çapta silah göndermeye başladı. 1967 haziran savaşı sırasında johnson el altından israil’e hem malzeme hem de personel yardımında bulundu”
Lobi, Johnson döneminde lobi yapmaya gerek bile duymamıştı.
İşte en başta belirttiğimiz nehir örneğinin Kennedy suikastinde götürdüğü yer İsrail’dir. Kennedy’nin öldürülmesiyle Yahudi lobisi kendi tarlasını rahat rahat sulamaya başlamıştır
Kaynak: Araştırma Dergisi”
Şimdi gelelim benim özetime;
Profesyonel bir şekilde, tecrubeli Mossad elemanları tarafından farklı iki açıdan beyni dağıtılan JFK’den sonra gündeme oturmuştur.
Sorun Kennedy’nin İsrail’e çeşitli konularda imtiyaz tanımak istememesi ve Amerikan hükümetine baskıda bulunan Yahudi Lobisine prim vermemesidir. Daha sonra hükümet içinden de bir destekçi bulan Mossad elemanları o zamanın İsrail başkanınının dolaylı emri ile etkisiz[-] hale getirilmiştir.
Oliver Stone’un JFK filminin konusudur. Ayrıca bu film sonrasında da Amerikan hükümeti tarafından yaklaşık 50 yıl süreyle bu cinayetle ilgili araştırma yapılması, belgeler yayınlanması, tartışmalar, çıkarımlar, teoriler sunulması yasaklanmıştır.
(bkz: Küba füze krizi)
JFK suikasti ve sonrasında yaşanan gelişmeler ABD’nin en büyük gelir kaynagının savaş* oldugunu kanıtlar. JFK suikasti savaşın yani gelir kaynagının önündeki engelin kaldırılmasıdır.
Bir asırı aşkın bir süredir dünyanın çeşitli ülkelerinde kendisini ilgilendirmeyen en ucra köşelerde bile anlamsız savaşlara girmesi, Vietnam‘da açık olarak, Küba’da gizlice komunizme karşı yürüttüğü savaş ABD’deki savaş endustrisini beslemiştir.
ABD halen bu politika üzerinden gelir sağlamaya çalışmaktadır. Fakat düşmanları artık zayıflayan komunizm değil, yükselen yeni trend olan aşırı İslam blogudur ki onlar bunu islami teror olarak adlandırırlar. Yani yeni bahane terördür. “Teröre karşı mücadele” adı altında, ekmeğini yedikleri savaş oyununa devam etmektedirler. Zamanında komunizme karşı besledikleri bu aşırı islami topluluklar zamanla gelişmiş ve yeni düşmanları olmuştur. ABD’nin şu sıralarda Ortadogu ile uğraşmasının nedeni budur. Ayrıca bu uğraş savaş endustrisini canlı tuttuğu için de vazgeçilemezdir. Yeni bir gelir kaynağı olarak Irak’a girmesinin nedeninin altında da ekonomik nedenler vardır.
1960′lı yıllarda JFK ile yükselen “Savaşa hayır” sloganları bu gelir kaynagını tehdit etmekteydi.
JFK’nın;
– Devletin alt kademelerinden en üst kademelerine dek büyük söz sahibi olan cia’i parçalara ayırıp, zayıflatması,
– 62 yılının mart ayında savunma bütçesinde yapılmasını istediği kesintiler, (25 deniz aşırı ülkede neredeyse 52 askeri üssü etkiledi. Vietnam’da binlerce helikopteri kaybedip binlercesini tekrar satan şirketler, onlarca deniz aşırı ülkeye askeri teknoloji yollayan firmalar, savunmayla sözleşmesi olan petrolcüler bu kesinti dolayısı ile zor duruma düştüler)
– Ruslarla yaşanan soguk savaşı bitirmek istemesi,
– Aya gitme yarışına bir son verip Sovyetlerle işbirliği yapma istemesi,
– Nükleer testleri yasaklayan bir antlaşma imzalaması,
– 1962′de Küba’ya çıkartma yapmayı reddetmesi,
– Güneydoğu Asya’da savaşmak istememesi ve Vietnam’dan çekilme kararı alması
gibi nedenler yüzünden derin devlet Amerika ve savaştan gelir sağlayan güç odakları Kennedy’nin bir engel oldugunu ve ortadan kaldırılması gerektigi kararını alıyorlar. Ve 22 Kasım 1963 salı günü saat 12:30′te hepsi sona eriyor.
Ve bu tarihten bir gun sonra; Yeni başkan ve Vietnam büyükelçisi biraya geliyor. Kennedy’nin geri çekilme politikasının tersine, ABD hükumetinin komunist asilere karşı savaşında yardımcı olmaya devam edeceğini açıklıyor. Bu da Kennedy’nın neden ortadan kaldırıldığının bir kanıtı.
Evet, derin devlet Amerika ve savaştan gelir sağlan güç odakları Kennedy’yi negatif hale getiriyorlar ama bu olayı da kendi emellerine alet etmeye çalışıyorlar. Suçu Fidel Castro‘ya atmak ve komunizme karşı savaşın gerekli oldugunu halkına ve tüm dünyaya vurgulamak için suikastten önce dataylı ve programlı bir şekilde günah keçisi olan Lee Harvey Oswald hazırlanıyor.
Oswald 17 yaşında sivil hava devriyesi olarak donanmaya giriyor. Radar uzmanı oluyor. Daha sonra hiçbir donanmacının gerek duymadığı şeyi yapıp Rusça öğreniyor ve annesinin hastalıgını bahane ederek donanmadan ayrılıyor. İki üç gün sonra 203 dolarlık banka hesabıyla alınan 1500 dolarlık biletle Moskova’ya gidiyor. 5-6 hafta ortalarda görünmüyor muhtemelen KGB ile (sözde) işbirliği yapıyor. Radarlarla ilgili gizli bilgileri ya da sahte gizli bilgileri Ruslara verme karşılıgında 5000 rubleyle balkonlu bir daire veriliyor. Kısacası göz göre göre ülkesinden bir hain olması için Rusya’ya gonderiliyor. Ruslar da bunu yiyor. Daha sonra ABD’ye geri donme kararı alıyor. Bu haini, ABD devleti 48 saat içinde ona yeni bir pasaport çıkararak ve üstüne yolculuk parası vererek karşılıyor. Çok gizli bilgileri açıkladığı için soruşturulmuyor ya da suçlanmıyor.
Şu kesin ki; Oswald Rusya’ya gerçek bir mülteci olarak gitmedi. ABD için çalışan bir istihbarat ajanıydı.
Daha sonra New Orleans’ta Fidel Castro taraftarı broşürler dağıtırken, sahte bir kavga sonucu gözaltına alınıyor. Böylece “Castro yanlısı” olarak fişlenmiş oluyor. Sonra yerel bir televizyonda tartışma programına çıkıyor ve komunist oldugunu ilan ediyor.
Ardından Oswald sıradan biri gibi günde 12$’a Dallas’taki suikastin yapıldıgı sokakta bulunan kitap deposunda çalışmaya başlıyor. Suikastten birkaç ay önce kendini Oswald olarak tanıtan biri Küba’dan Meksika’ya ordan da Dallas’a geçiyor. Ama o sırada Oswald kitap deposunda çalışmakta. Böylece süikasti gerçekleştiren kişinin emri Castro’dan aldıgı izlenimi veriliyor.
Suikastte kullanıldıgı iddia edilen silah mart ayında Chicago’da bir postane aracılıyla Oswald’ın sahte ismi olan A.Hidell adına bir posta kutusuna yollanıyor. Oysa o yıllarda hiçbir iz bırakmadan herhangi bir silah dükkanından satın alınabilirdi. Ama bu yapılmıyor.
Görüldüğü gibi bunların hepsi suikasti Castro’nun üstüne atmak için derin devlet Amerika tarafından hazırlanmış. ABD istihbarat ajanı olan Oswald, Castro’nun adamı gibi gösterilmeye çalışılmış.
Ayrıca suikastin yapıldıgı iddia edilen silah ikinci dünya savaşından kalma İtalyan yapımı ucuz bir Mannlicher-Carcano. Suikastten sonra -göstermelik olarak- üç FBI keskin nişancısı ateş edildiği söylenen yerden atışlarda bulunuyor. Ama hiçbiri suikastteki performansa ulaşamıyor. Altı saniyeden az sürede çok iyi nişan alarak tam üç atış hem de kollu mekanizmali bir tüfekle. Normal birinin bu sürede iki el ateş etmesi bile şans eseridir. İlk atış en iyisi olur. Ama burada en kusursuz olan üçüncü atış. O son kurşun da güya zikzaklar çizerek Kennedy’yle Connally’yi yedi kez vurmuş. Tüm bunlara ek olarak nitrat testlerine göre 22 Kasım’da tüfekle ateş edilmemiş. Ama suikast sonrası böyle bir test yapılmaya gerek duyulmuyor.
Onlarca tanık silah seslerinin arkadaki kitap deposundan değil Kennedy’nin önundeki çimenli tepedeki çitin arkasından geldiğini duydugunu ifade ediyor. Ama hiçbiri ifadelere geçmiyor. Zapruder‘in filmine göre son ölümcül vuruş Kenedy’nin ön tarafından geliyor. Kurşun Kennedy’i önce arkaya sonra sola itiyor.
Oswald suikastten 12 saat sonra sorgulanmış. Üstelik avukatı da yokmuş. Söyledikleri de tutanaklara geçirilmemiş. Bu sıradan bir davada bile olsa kabul edilemez.
Oswald’ı halkın gözünde tek zanlı olarak tutabilmek için suikast sonrası Life‘a kapak olan, elinde silahla göründüğü fotograf kullanılıyor. Fakat bu fotograf basit bir fotomontoj. Oswald’ın başı başka bir gövdeye yerleştirilmiş. Baş kısmında gölgeler saatin 12 civarı oldugunu gösterirken. Ayak kısmında ikindi zamanı.
Tüm bunların yanısıra FBI’ın 17 Kasım 1963 tarihindeki kameralarında Oswald’ın FBI’a geldigi ve bir not bıraktıgı görülüyor. İddalara göre bu Kennedy’nin 22 Kasım’da öldürülücegi istihbaratını alıp FBI yetkililerine bildirmesi idi. Ancak bu not daha sonra yok edilmiş. Ve Oswald’a suikast günü o saatte kitap deposunda olması söylenimiş.
Daha sonra Oswald duruşmaya çıkarılmak üzere iken 70 polis ve onca gazetecinin arasında canlı yayında Jack Ruby tarafından vuruluyor. Böylece ne duruşma kalıyor ne de farklı bir görüş. Oswald’ın tek zanlı oldugu kabul ediliyor ve dosya kapanıyor.